Hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde bir şeyleri kaçırdığımız, bazı şeyleri yapmak için geç kaldığımız ve yetişemeyeceğimiz hissine kapılmışızdır. Peki gerçekten geç mi kaldık yoksa çok mu acele ediyoruz?
Hepimiz üniversiteyi tam olması gereken zamanda bitirmek, hemen arkasından işe başlamak, belli bir yaşa gelmeden tüm dünya klasiklerini okumak, klasikleşmiş filmleri izlemek zorunda mıyız? Bunları yapmazsak ne olur, diğer insanlardan eksik mi kalırız? Hayat bizim için zamana yayılan keyifli bir yolculuk mu yoksa; belirli dönemlerde, belirli işleri yapıp bitirmemiz, bir sonraki adıma atlamamız ve bir oyun karakteri gibi yeni görevlere başlamamız gereken bir yarış mı?
21. Yüzyılda, içinde yaşadığımız tüketim toplumunun da etkisiyle gittikçe artan hızlı tüketim merakı ve zaman zaman toksik pozitiviteye varabilen verimli olma hevesi insanlarda geç kalmışlık hissini tetikleyip kaygıya sebep olabiliyor. Peki gerçekten bu kadar acelemiz var mı? Kendimizle baş başa kalıp biraz düşünürsek; ortalama 60-70 yıl sürecek bir hayatımız var ve bu süre aslında geç kaldığımızı, yetişemeyeceğimizi düşündüğümüz şeylerin tamamını hatta daha fazlasını yapmaya yetecek kadar uzun. Üniversiteden birkaç yıl geç mezun olsak ne olur ki? Upuzun hayatımızda 2-3 yıl ne kadar önemli ya da iş hayatına akranlarımızdan birkaç yıl geç başlasak ne kaybederiz? Bütün Rus klasiklerini üniversiteyi bitirmeden okumamış olsak ne olur? Bu kitaplar yüzyıllardır olduğu gibi bundan sonra da basılmaya devam edecek, okumak için hep fırsatımız ve belki de şu an olduğundan daha çok zamanımız olacak. İzleyemediğimiz filmler eskiden olduğu gibi vizyondan kalktıktan sonra ortadan kaybolmayacak, dijital ortamlardan tek tıkla erişilebilir olacak. Biz de bu filmleri istediğimiz zaman bulup, izleyebileceğiz. Aradığımız her şeye bu kadar kolay erişebildiğimiz, her şeyin elimizin altında olduğu bir çağda yaşadığımızı düşününce tüketmek için bu kadar acele etmemize pek de gerek yok.
Geç kalma, yetişememe hissine bir çare olması adına yapabileceğimiz tek şey ömrümüzün bunların hepsini yapmak için yeterince uzun olduğunu düşünmek değil tabii ki ama bu detayı da aklımızın bir köşesinde tutmak ve kendimize ara sıra hatırlatmak işe yarayabilir. Bu kadar çok yeni içeriğin ve bilgi üretiminin olduğu bir ortamda; ne okuyacağımıza, ne izleyeceğimize, ne konuda eğitimler alıp kendimizi geliştireceğimize odaklanmak ve hedefe yönelik seçimler yapmak da geç kalma hissimizi azaltmaya bir nebze de olsa yardımcı olacaktır. Kendimize aylık, yıllık hedeflerimizi içeren programlar yapabilir ve daha kısa vadede gerçekleştirilecek hedefler koyabiliriz. Koyduğumuz hedeflere ulaşmak için kendimizi şartlamamak ve strese sokmamak da dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta. Bu tarz kısa vadeli hedeflerle daha küçük ama sağlam adımlarla ilerlemek bizi daha iyi hissettirecektir. Bu sayede daha kolay erişilebilir hedeflerimiz olacak, bunları yapmak için ayırdığımız süreler gündelik hayatımızı aksatmayacak ve yetişememe kaygısını azaltacaktır. Bahsettiğim konularda daha dikkatli olmayıp yetişme rüzgarına kapılırsak bu durum bir noktadan sonra sürekli belli görevleri belli zaman aralıklarında tamamlamak için hareket eden bilgisayar oyunu karakterleri gibi hissetmemize sebep olacaktır. Unutmayalım ki hepimizin bir yerlere yetişmekten önce olabildiğince keyif alması gereken bir hayatı var ve yaşayacağımız sadece bir hayatımız var. Bu kadar aceleci olmak, bir şeylere yetişmek için koşturmak bizden biricik hayatımızın küçük ve keyifli anlarından aldığımız zevkleri alıp götürebilir. Emin olun ki, o güzel anları kaçırmak istemezsiniz. Eğer bir yere, bir işe yetişme hevesine kapılıp o anları kaçırırsanız ilerdeki pişmanlıklarınızın ve keşkelerinizin çoğu kaçırdığınız bu anlardan ibaret olacaktır.
Unutmayın, hayata geç kalmıştır kendine geç kalan. Siz kendinize geç kalmayın yeter.
Necati Berke Tutak – Arya Genç Üyesi