Siz diyin iki bin yıl ben diyeyim beş bin yıl önce bu düzeni ellerimizle biz insanlar kurduk, kurallarını bir bir ölçe tarta kendimiz koyduk. Sanmayın ki bunun sonucunda hepimizin huzur içinde yaşadığı, refah seviyesi yüksek gelişmiş toplumlar olduk, bırakın eski zamanları şimdi bile o seviyeye ulaşamadık, ki belki ulaşamayacağız da. Fakat insanlığın elindeki güç çağdaş toplum standartlarını bile aşabilecek müthişlikte. O yüzden her seferinde bana insanlığa yakışamayacak kadar aşağı geliyor kadın erkek eşitliğini tartışmak. Her seferinde yılını değiştirerek aynı cümleleri kuruyorum. “Yıl olmuş bilmem kaç, nasıl hala bunu konuşuyor olabiliriz?” Nasıl hala aynı sorunları kendimize dert edip çekilen acıları aynı hislerle taşıyoruz?
İnsanın modernleşmesi, yılların geçmesi hiçbir işe yaramamış olacak ki kalabalıklaşsak da çoğunluk olamıyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, bütün bireylerin yeteneklerini, dünyaya karşı heyecanlarını, isteklerini özgürce keşfetmesine olanak sağlayan; onlara her alanda ayrım yapmadan eşitlik vermeyi hedefleyen uluslararası bir kavramdır. Cinsiyet fark etmeksizin tüm bireylerin kendileri olarak var olmalarına imkan tanıyan bu kavram, yalnızca dezavantajlı olduğu düşünülen kişiler için değil, toplumda çoğunluk olarak görünen veya ayrıcalıklı olarak addedilen gruplar için de önemlidir. Aynı olmayanlar arasında eşitliği sağlamak sadece şimdinin değil bundan yüzyıllar önce farklı coğrafyalardaki birçok kişinin de derdi olarak tarihe geçmiştir. Çünkü bakıldığında yasalarda, kanunlarda bahsedilen haklar herkes için aynıdır. Herkes kanun önünde eşittir ve devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Gel gelelim anayasanın olmazsa olması olan bu maddenin gerçeğe uyarlanmasında aksaklıklar mevcuttur.
İlk akla gelen kadın-erkek eşitsizliğinin yanında; din, ırk, cinsel kimlik, siyasi düşünce gibi kişinin yalnızca kendisini ilgilendiren özellikler bile toplum tarafından iyi kötü diye ayrıştırılmış ve azınlıklara çocukluklarından itibaren bu eşitsizlik hissettirilmiştir. Gelişen toplum, modernleşen şartlarla birlikte saydığımız bu kriterlere başkaları da eklenmiş, insanlığın yeniye ve yeniliğe olan korkunç tavrı yüzünden var olan her azınlık eşitsizliğin mağduru olmuştur. Mağduriyet yalnızca işyerlerinde bizi bulmamış, okullarda sıramıza oturmuş, sokakta eteğimize laf etmiş, bayramda daha fazla harçlık almış, sofrada yemek ilk ona verilmiş, ağladığımızda ayıplamış, susmamıza onay demiş ve her seferinde hep o kazanmıştır. Bu kavramı düşündükçe fark etmeden beynimize işlenmiş bütün motifleri görüyor, hepsinin karşısında duruyoruz. Değişime önce dilden başlayacağız, cinsiyetçi bütün kelimelerin yerlerine doğrularını koyarak ilerleyecek sonrasında farkındalık yaratmak için çevremizi bilgilendireceğiz. Ailemize, iş ve sınıf arkadaşlarımıza, sokaktaki amcaya, mahalledeki teyzeye eşitsizliğin ne olduğunu ve nasıl düzeltileceğini anlatacak, minik şeylerin nasıl büyük farklar yaratacağını göstereceğiz. Kadın gibi araba süreceğiz, spor yapacağız; erkek gibi dans edeceğiz, yemek yapacağız. Haksızlığa uğrayan her bireyin yanında ses olacak ve eşitlik gelene kadar direneceğiz.
Biz, bizim gibi düşünenler, yalnızca ülkemizde değil bütün dünyada hakim olan bu ayrımcılığı yıkmakta ısrarcıyız. Biz kadınlar okuyacağız, iş hayatında istihdam edileceğiz ve her alanda varlığımızı sürdüreceğiz! Biz erkekler toplumun bize daha biz doğmadan yüklediği yükleri reddedeceğiz ve baskılar yüzünden yaşayamadığımız her duyguyu özgürce yaşayacağız! Hala inancı tam, hala eminlikle söylüyoruz aynı şeyleri. Dünyayı değiştirecek olan ellere sahip olan biziz, korkmadan öreceğiz bütün güzellikleri çocukların saçlarına ve yılmadan dönecek dünya sadece eşitlik için!
Sezen Soykan- Arya Genç Üyesi